– “İçimdeki acı hala canımı yakıyor”, dedi yaşlı kadın.
– “O kadar mı?”, dedim. Evet, hala dedi. Sustu biraz.
Sessizlik uzunca bir süre tısladı.
– “Bazen hatırlamıyorum, küçük anlık bir hevesin, bir anlık bir neşenin ardına takılmış buluyorum kendimi… Gülüyorum, gözlerim mat olsada. Ama aşkın ışıltısı mattır zaten. Parlayan gözler aşkin değil, şevhetin varlıgına işarettir, bunu da unutma sakın…Aniden uyanırım ben hep rüyalardan. Farkına vardığımda ise, akşam ezanı okunmuş, tüm arkadaşlarım evlerine gitmiş oluyor, kendimi sokakta tek başına kalakalmış küçük bir çocuk gibi buluyorum. Suçlu…”
Derin bir nefes aldı. Verdi.
– “Yaşanmışlıkları bırak, yasanmamışlıklar canımı acıtıyor. Düşündükçe daha çok sahipleniyor, daha çok anlıyorum. Kötü şeyler gidiyor, geriye hep iyi, güzel şeyler kalıyor. Güzel şeyler de bana hep ‘O’ nu hatırlatıyor. Hayatta da ne kadar çok güzel şey var, biliyor musun? ”
– “Demek ki zamanla ilgisi yokmuş?”, dedim.
– “Zamanla ilgisi yoktu ki hiç…”, dedi.
– “Zaman, senin için geçer. Bak dışarıya, dağlar, denizler, gökyüzü…
Acımasız değil mi? Hiç değistiğini gördün mü? Acılar dedi, o şarkıdaki gibi, resim değil ki asılsın duvara?”
Yine sustu, döndü, gözlerimin içine gözlerini kısarak baktı.
– “An nedir diye sormuştun bana hatırladın mı, an senin için yavasça geçen zamandır.” Sustu bir an…
– “Az evelki gibi.”, dedi.
Güldüm. O gülmedi. O çoktan uzaklara bakıyordu zaten, güldüğümü görmedi.
– “O zaman böyle yanıtlamamıştın?”, dedim.
İlgilenmedi.
– “O zaman ‘O’ vardı dedi…”
Kadin yaşlı filan değildi, zaten ben de orada değildim. Geceydi, ama gün daha bitmemişti. Sessizliğin tıslamasi ilginçti.
Zamanla ruhlar, kaybolur mu? Kayıp bir ruh, baska bir ruha kendini teslim ettiğinde, huzur bulur mu? İki gemi, limanlarına doğru giderken karşılaştıklarında, hiç durur mu?
2002-09-27 04:34:14